İlk kitabını çıkarma heyecanını anlatan Alkan Kalkan, “Kitap yayınlandığında geçirdiğim bütün o uykusuz ve stresli geceler, bir film şeridi gibi geçti gözlerimin önünden. Derin bir nefes aldım ve yeni bir hayata başladım” diyor.
İlk eseriniz yayınlandığında neler hissettiniz?
İlk kitabım bir romandı: Duru Göğün Fısıltısı. Kitap dosyamı hazırlamak, beni zaten bir hayli yormuştu. Dosya kabul edilince ikinci sancılı süreç başladı. Kitap yayınlandığında geçirdiğim bütün o uykusuz ve stresli geceler, bir film şeridi gibi geçti gözlerimin önünden. Derin bir nefes aldım ve yeni bir hayata başladım.
Kitabınızı elinize alınca ilk olarak ne yaptınız?
İlkin kapağına baktım ve kitabın sayfalarını özenle çevirdim. O, benden bir parça olsa da çıkıp gitmişti benden, kamuya mal olmuştu artık. Yazdığım kitabı, bir de onu yazan ben değilmişim gibi okur gözüyle okumayı istedim. Borges’in arkadaşı Silvina Ocampo, geldi aklıma. Silvina, alzheimer hastalığına yakalandığı dönemde kütüphanesinin rafından bir kitap alıp okumaya başlamış. Kitabın hiç tanımadığı yazarını çok sevmiş. Kitabı evine gelen arkadaşına ışıltılı gözleriyle gösterip bu yazarla tanışıp sohbet etmenin ne denli heyecan verici bir deneyim olacağından bahsetmiş. Silvina’nın elinde tuttuğu kitap, yıllar önce yazdığı kendi kitabıymış.
Kitabınızı ilk kime imzaladınız?
Kitabımı ilk olarak eşim Elif’e imzaladım. Elif, daha önce bana, kendisinin Düşünsene Hızır Bendim hikâye kitabını imzalamıştı. O gün, Elif’in bir okuru olarak sevinçliydim. Aynı sevinci Elif’in gözlerinde de gördüm.
Yazmaya nasıl başladınız?
Yazmaya ailemin ve öğretmenlerimin teşvikiyle başladım. Ortaokuldayken Tekirdağ İl Vergi Dairesi’nin düzenlediği şiir yarışmasına katılmıştım. O şiir, ilk edebi eserim sayılabilir. Yarışmada 3. oldum. Bizi ödül törenine davet ettiler. Rahmetli babam o gün, çok mutlu ve gururluydu ama maalesef oğlunun kitap çıkardığını dünya gözüyle göremedi.
Gece mi yazarsınız, gündüz mü?
Seçim şansım olsa elbette sürekli gece yazarım. Gece, kişinin kendisiyle ve evrenle baş başa kalabildiği yegâne zaman dilimi. Ama hayat, bize gece boyu ayakta kalma fırsatını sunmuyor. Ben de bu aralar gündüzü kendim için nasıl geceye dönüştürebilirim, sorusu üzerine kafa yoruyorum.
Defter mi, bilgisayar mı?
İlk edebi taslaklarımı deftere yazıyordum ama sonradan iş değişti. Solağım ve el yazım o kadar iyi değil. Düzeltme yaparken kâğıt üzerindeki karalamalar, silgi izleri beni olumsuz etkiliyor. Bilgisayarla yazmak daha pratik geliyor bana.
Feyza Ay’ın Denizağaçları, Kemikyüzleri isimli kitabı Ötüken Neşriyat etiketiyle raflardaki yerini aldı. Ay, “En sevdiğim şey metinlerimi kitaptan okumak oldu, defalarca gözden geçirmeme rağmen her birini ilk defa görüyor gibiydim” diyor.
İlk eseriniz yayınlandığında neler hissettiniz?
Biraz endişeyle karışık, uzun zamandır sırtımda taşıdığım bir yükü üzerimden bırakmanın hafifliğini hissettim. Neden endişeliydim? Başkalarınca okunma çemberimi yavaş yavaş genişletmiş biriyim. Dergilerde yazıyor olmak yayım korkusunu bir parça kırmak demekti elbette ama başka başka dergiler farklı okur gruplarına hitap ediyor dolayısıyla her defasında küçük alanları hedef alan yayımlar yapmaya alıştım bu kez daha geniş bir kitlenin aynı anda erişiminde olan bir yapıtım var, bir tür sosyal anksiyete gibi aşılabilecek bir duygu durumunun inceden seyrettiğini fark ettim. Bunun dışında sanatçının bir eserini vitrine, sergi alanına koyduğunda hissedeceği gibi terimi silip, çalışmamın karşısına geçerek onu izlemek kesinlikle gurur veriyor.
Kitabınızı elinize alınca ilk olarak ne yaptınız?
Kapak görselini de ben tasarladığım için ilk iş baskı renklerini, kapağın nasıl durduğunu kontrol ettim, kitap hacmine baktım, bir öykü kitabı olarak rafta nasıl görünür, albenisi var mı diye şöyle bir inceledim. Sonra metinlerimden kısa bölümler okudum, en sevdiğim şey metinlerimi kitaptan okumak oldu, defalarca gözden geçirmeme rağmen her birini ilk defa görüyor gibiydim.
Kitabınızı ilk kime imzaladınız?
Kitabımın satışa çıkışından sonraki günlerde Ötüken Neşriyat’a gittim. Orada haftada bir toplanılır, misafirler ağırlanır, gidişimi bu programla aynı güne denk getirdim. Yayınevinde o an kitabımdan bir tane vardı ve oradakilerden biri de yazar Taner Ay’dı. Kendisi “Senin kitabın zaten gelecekmiş, bunu ben alayım” dedi ve imzalamamı rica etti. Böylece imzaladığım ilk kitabım onun oldu.
Yazmaya nasıl başladınız?
Çizmek ve yazmak yani yaratıcı yönüm çocukluğumdan beri hep vardı, kitap okumayı da kendimi bildim bileli seviyorum. Söylemek istenenleri yazarak; hikâyeyle, olayla, imgelerle ifade etme biçimini ortaokul yıllarımda keşfettim, zamanla nitelikli okumalar ve tür odaklı yazma çalışmasıyla şekillendi.
Gece mi yazarsınız, gündüz mü?
Yetkin ilk metinlerimi geceleri, sarı ışıkla, mutlaka her metnin kendi müziğiyle yazdım. Bir yazma alışkanlığım veya ritüelim vardı denebilir, o zaman ilhamı daha merkeze alıyordum. Şimdilerde yine zaman zaman buna sadık kalmakla birlikte gündüz veya farklı ortamlarda, odaklanabildiğim müddetçe yazıp düzenlemeler yapıyorum.
Defter mi, bilgisayar mı?
Gece ve gündüz değişimi gibi başlangıçta önce deftere yazmaya önem versem de zaman tasarrufu ve pratikliğinden dolayı yazma aracım defterden bilgisayara evrildi. Yine de kendimi yeterince iyi ifade edemediğimi düşündüğümde, odaklanamadığımda ya da daha içe dönük cümleler yazmam gerektiğinde ilgili bölümleri önce deftere yazıyorum. Tek başınalık, yeterli karanlık, başlangıçtaki bütün rutinler de bununla beraber geri geliyor.