Orta Çağ Avrupası’nda Bir Kadının ‘Cadılıkla’ Yargılanmasına Neden Olan Son Derece Normal Şeyler
9 mins read

Orta Çağ Avrupası’nda Bir Kadının ‘Cadılıkla’ Yargılanmasına Neden Olan Son Derece Normal Şeyler

Kulağa korkunç geldiğinin farkındayız fakat en basit durumlarda bile kadınları ölüme terk edecek işkencelere maruz bırakmak Orta Çağ’ın bir gerçeğiydi. Cadı neydi? Cadı olmak için sadece kadın olmak mı gerekliydi? Neden cadı diye bir kavram ortaya atıldı?

Bu zamana kadar masallarda, destanlarda alışık olduğumuz cadı kavramı Orta Çağ’da çok farklı amaçlarla kullanılmış görünüyor. Özellikle 15. yüzyılda zirve noktasına ulaşan bu kült, Avrupa’da neredeyse kadın kıtlığına bile yol açacakmış.

Bu suçlama genelde ermiş dedikleri kadınlara yapılıyordu.

Özellikle Batı Avrupa’da çıkan bu akım, çok sayıda kadının ölümüyle sonuçlandı. Genç, yaşlı demeden “cadı”lıkla suçlanan kadınlar öldürülüyor, yakılıyor ve gerekirse elleri kolları bağlanarak su kuyusuna atılıyor; çıkabilirlerse cadı olmadığı kanıtlanıyordu.

Bu uygulamaların sebebi ise daha garip; kilise kendisine bir rakip istemiyor, mutlak doğrunun yalnızca kendinde olmasını istiyordu. Bundan dolayı “ermiş” olarak tabir edilen kadınlar, bu uygulamaya ön sıradan kurban gidiyordu.

Cadı; Hristiyan dünyası için şeytanla iş birliği gerçekleştiren, çeşitli büyüler yapan bir imgeydi. Kadınları ve çocukları işkencelerle öldürürken de bu uygulamaya cadı avcılığı diyeceklerdi.

İlk yüzleşilmesi gereken şey cadının cinsiyetidir.

Aslında cadı avcılığı çok eskiye dayanıyor. Düşünün ki 1320 yılında Papa XXII. John; cadıları yargılama yetkisi vermiş, kilisenin insanlar üzerindeki baskısı daha da sertleşmişti. Cadı diye tabir edilen kadınlar; kıtlıklar, hayvan ölümleri ve kaybedilen savaşlar gibi olumsuz olayların suçlusu olarak kabul ediliyordu.

15. yüzyılın sonlarına gelindiğinde, cadılar din karşıtları olarak görülüp her türlü şiddeti hak eden bir figür haline geldi. Çünkü kilise doğrunun tek adresiydi; okuyup öğrenmek, araştırmak dine karşı gelmek anlamına geliyordu. Bu durum da yavaş yavaş kitlesel bir katliam hâlini aldı.

Tarihçiler, bu süreçte öldürülen insan sayısının yüz binin üzerine çıktığını belirtirken bu kurbanların büyük oranla kadın olduğunu söylüyor. Din adamlarına göre, cadıların çoğunluğunun kadın olması oldukça basit bir nedenle açıklanıyordu: Havva, yasak elmayı yiyerek tüm kötülüklerin kaynağı hâline gelmiş ve cennetten kovulmuştu. Bu nedenle o dönemde kadınlar, erkeklere göre daha fazla şeytani etkiye açık olarak görülüyordu.

Cadı avcılığının ilk hedefleri ebeler ve şifacılardı.

Henüz tıbbın ilerlemediği dönemlerde, bitkilerle çeşitli ilaçlar yapan şifacı kadınlar vardı. Bu kişiler insanları iyileştirebildikleri için “cadı” olabilme potansiyeli taşıyordu. Üstelik bilimle yakından ilişkili olduğu için bu durum, kilisenin hiç hoşuna gitmemişti. Bu uygulamaları yapan kadınlar büyücülükle suçlanırken tutuklanıp yargılanmaya maruz kalıyorlardı.

Peki bir kişinin cadı olup olmadığını anlamanın yolları nelerdi? 

Elbette basit uygulamalardan bahsetmiyoruz. Acımasız ölümlerle sonuçlanan garip ve insanlık dışı uygulamalardan bahsediyoruz. Mesela kanama testi bunların en meşhuruydu.

Vücudun acı eşiğini ölçmek için kişinin her yerine iğneler batırılırdı, ta ki acıyı hissetmeyene kadar. Bir süre sonra kadın zaten acıdan bağırmayı ve tepki vermeyi keserdi, kanı çekildiği içinde kan gelmezdi bu da cadı olduğunu kanıtlamak için yeterli bir delil olurdu. 

Halka açık bir mahkemede kişilerin kendini savunma hakkı veriliyordu. İyi hoş ama sonucunda ölüm varsa neden savunma yapılıyordu?

Yapılan savunmaların aslında herhangi bir geçerliliği olmadığını buradan anlayabilirsiniz. Halka açık bir şekilde mahkeme kuruluyor, cadılıkla yargılananlar kendini savunuyor; yargılama sonucunda -çoğunlukla- suçlu görülen kişi yakılarak ya da çeşitli yöntemlerle öldürülüyordu. Nedenini merak ediyorsanız hemen anlatalım.

Mahkeme aslında bu işi bir nevi paraya dökmüştü. Çünkü yakılacak kişi eğer zenginse kilise, o kişinin malına el koyma hakkına sahipti. Bu öyle bir noktaya vardı ki sokaktan geçen herkesi cadı diye çevirip öldürmeye kalkıyorlardı. Çoğu kişi, bu hareketin kadın düşmanlığı hareketine ilham verdiğini düşünüyor.

İnanışa göre; cadılık yapan kadın, erkeğin cinsel organını vücudundan koparabilirdi.

Kadın; doğası gereği zayıf, inancından çabuk dönen, kolay aldatılabilir ve zevklerin kolayca esiri olan bir kimlik taşıyordu. Peki neye göre, kime göre bu cadılıkla yargılanmalar oluyordu?

Çok basit bir örneği: inanç. Evet, neye inanırsanız inanın Hristiyanlık haricinde inandığınız şey yüzünden cadı olarak yargılanmanız kaçınılmazdı. Hristiyan olmayan kişiler, mahkeme tarafından yargılanarak “dine” döndürmeye çalışılıyor, dönmeyenler ise cadı olarak cezalandırılıyordu. Engizisyonun yargılamaları, dinî vaaz ve işkenceleri yapanları engizitör adı verilen kişiler tarafından oluyordu. 

Bunun için de kurallar koyuldu, bugünkü Avrupa ceza hukukunun başı da sayılabilecek olan 1670 Emirnamesi, bunun en güzel örneğidir.

Uygulanan işkenceler çok acımasızcaydı. Kazığa bağlayıp yakma, vidayla kafa ezme gibi çeşitli işkence metotlarının uygulandığını görüyoruz. Bu işkencelere başlamadan önce kişiye psikolojik şiddet uygulanır, işkence aletleri tek tek tanıtılır ve kiliseden af dilemesi beklenirdi. Bunun dışında kişilerin cadı olup olmadığını anlamak için uygulananlardan bir başkası da su deneyiydi.

Eller ve ayaklar önden bağlanarak çıplak bir şekilde nehre bırakılan sanık, batmaz da yüzerse ruhunun şeytan tarafından ele geçirildiğine inanılırdı. Bunun bir diğer şekli de kanatmadır. Cadı olduğuna inanılan kadının şeytan ruhunu taşıdığı düşünülmekte ve bu yüzden de dışarıdan bakıldığında görülmeyecek olan şeytana ait vücudunda bir iz taşıdığı söylenirdi.

Cadılıkla suçlanmak için ebe ya da büyücü olmanıza gerek yoktu.

Belki sadece kadın olmak, belki de birinin sevmediği bir kişi olmanız yeterliydi bunun için. İnsanlar o dönemler bunu, iftira atmak için uygulanan bir yönteme çevirmişler. Hoşlanmadıkları birinden kurtulmak isteyen insanlar, cadı olduğunu kiliseye şikâyet ediyor ve öldürülmesini bekliyordu. Kilisenin var olan gücünü kıracak herhangi bir şey de direkt olarak yasaklanıyordu.

Mutlak güç kilisede olmalıydı, bu yüzden geleneksel tıbbın ilerlemesinde bir nebze de olsa katkıları olan şifacılar, mahkemelerde yargılanan en önemli sınıfı oluşturmuştu. Kadınların bazen kadın olduğu için yargılandığı, sırf cinsiyetinden dolayı yüzyıllardır kırılamayan ataerkilliğin sonucunda bin türlü işkenceye maruz kaldığı da bilinen bir gerçektir.

Cadı avına sanıldığı gibi kurban gidenler uçan süpürgeli, uzun burunlu ve yaşlı kadınlardı sanıyorsanız, yanılıyorsunuz. Kızıl saçlı olmak, çilli bir yüze sahip olmak, ağrısız doğum yapmak, menopoza girmek, zengin olmak, dinî inançlara aşırı bağlı olmak, yaşlanmak, zayıf olmak, doğum lekesi, tembellik, esnemek…

Bu listeyi o kadar uzatabiliriz ki, ancak günlük aktiviteleri bile buraya yazmanın bir manası yok. Çünkü bu denli basit sebeplerden bile “cadı” olarak yargılanabilirdiniz. 

Orta Çağ’ın karanlık bir yüzü de bu noktada karşımıza çıktı, 15. yüzyılda Avrupa’da etkisini gösteren cadı avcılığı, insanların övündüğü ama o dönemde nüfusun yarısından fazlasını yok ettiği berbat bir döneme tekabül ediyor. Şu an belki cadılık adı altında yargılanmasa da pek çok kadın sadece kimliğiyle bile benzer senaryolar yaşıyor.

Kaynaklar: Academia, Dergipark, Haydar Akın, YÖK

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir