Hem geçmiş travmaları hem de ölüm korkusu, Sultan İbrahim’in ömrünü yiyip bitirecekti. Bunun yanında amber ve samur kürk sevdası, onun sonunu getirecek şeyler olacaktı. Peki sadece gördüklerinden dolayı travma yaşayan biri miydi, yoksa doğduğundan beri deli bir şehzade mi?
Saltanatı süresince devleti de tek başına yönetmediğinin altını çizmek gerek. Sarayda bulundurduğu cinci hocaların varlığı da birçok tarih sayfasına yazılıp çizilen ayrıntılardan oldu. İbrahim’in bu durumu, validesi Kösem Sultan, tek başına bir hükümdar gibi davranmasına yetiyordu.
4 Kasım 1615’te Sultan I. Ahmet ve Mahpeyker Kösem Sultan’ın en küçük oğlu olarak dünyaya geldi.
Sultan İbrahim’in; sarayda, kendisine atanmış olan öğretmenlerden etkili bir eğitim aldığı söylenir. 8 Şubat 1640’ta abisi Sultan IV. Murad’ın ölümü üzerine, hanedanın hayatta kalan tek şehzadesi olarak 25 yaşında tahta çıktı.
İbrahim’in tahta çıktığı zaman Osmanlı Devleti, en karmaşık dönemlerinden birini yaşıyordu. Babasının erken ölümü sonrasında tahta geçen amcası I. Mustafa’nın zihinsel dengesizliği, abisi II. Osman’ın tahttan indirilmesi ve acımasız bir şekilde öldürülmesi, diğer abisi IV. Murad’ın saltanatının ilk zamanlarında karşılaştığı zorluklar ve idareyi ele aldıktan sonra uyguladığı sert ve kanlı önlemler, İbrahim’in çocukluk ve gençlik yıllarında derin izler bıraktı.
Bu sıkıntılı zamanlarda yaşadığı olaylar ve ölüm tehditleri, duygusal yapısı oldukça hassas olan İbrahim’in ruhsal dengesini sarsmış olmalı.
Özellikle IV. Murad’ın saltanatı döneminde yaşanan dramatik olaylar, kardeşleri Bayezid ve Süleyman’ın boğdurulması ve Bağdat Seferi’ne çıkarken hayatta kalan diğer kardeşi Kasım’ın idam edilmesi, İbrahim’e, gelecekte kendisinin de aynı kaderi paylaşabileceği endişesini yaşattı. Ancak IV. Murad’ın oğullarının genç yaşta ölmesi, İbrahim’i hanedanın tek varisi hâline getirdi. Ardından Sultan Murat’ın hastalığa yakalanması, İbrahim’in beklenmedik bir şekilde tahta çıkmasına neden oldu.
Bir rivayete göre; IV. Murad’ın ölüm döşeğinde, İbrahim’i ortadan kaldırmak için Şeyhülislâm Zekeriyyâzâde Yahyâ Efendi’den fetva alındığı iddia edilse de Kösem Sultan’ın bunu engellediği söylenir. Bu rivayeti aktaran Du Loir, Kösem Sultan’ın, kendisi yerine Mustafa Paşa’yı getirmeyi düşündüğünü belirtiyor.
8 yıl süren saltanatında, iç ve dış olaylar göz önüne alındığında sakin bir dönem yaşandığı söylenebilir.
Özellikle saltanatının ilk dört yılı, kaynaklarda dik duruşu ve etkili yönetimiyle tanımlanan Vezîriâzam Kemankeş Kara Mustafa Paşa’nın liderliğinde geçti. IV. Murad’ın sert ve katı yönetimi yerini daha esnek bir idare anlayışına bıraktı, sadrazamın finansal tedbirleri sayesinde İstanbul ve taşrada bir rahatlama yaşandı. Bu durumda padişahın içsel zorluklar içinde olmasına rağmen sadrazama olan güvenini de anlaşılıyor.
Zira sadrazama gönderdiği mektuplardaki talimatlar hem devlet işleriyle hem de halkın meseleleriyle yakından ilgili olduğunu gösterdiği gibi ikisi arasındaki resmi ilişkiyi de aydınlatmaktadır.
1645 yılına kadar Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetimi oldukça sakin bir seyir izledi.
Özellikle Kemankeş Kara Mustafa Paşa’nın liderliği sayesinde devlet yönetimi dirayetli ve istikrarlı bir hâldeydi. Padişah, başlangıçta devletin işleyişi, sınırdaki durumlar ve halkın sorunlarıyla yakından ilgilendi. Tebdil-i kıyafetlerle halkı ve esnafı denetleyerek ortaya çıkan sorunları belirledi ve gerekli tedbirleri, özellikle Hattı Hümayunlar aracılığıyla sadrazamlarına iletti. Acil önlemlerin alınmasını sert bir dille talep ederek vezirlerini uyardı. Fakat yönetimin büyük çoğunluğu Mustafa Paşa’daydı desek yalan söylemeyiz.
Bu dönemde Kemankeş, kendisine rakip olan diğer devlet adamlarıyla mücadeleye girişti. Bu rakipler, Sultan İbrahim’in silah arkadaşı olan Yusuf Paşa ve ünlü Cinci Hoca Hüseyin idi. Kemankeş Kara Mustafa Paşa hem bu iki rakibinin hem de Sultan İbrahim’in her konuya müdahalesinden dolayı iki kez veziriazamlıktan istifa etti, ancak istifaları kabul edilmedi.
Bu kez çareyi rakiplerini etkisiz hâle getirmek için kapıkulu askerini isyana teşvik etmekte buldu.
Bu isyan gerçekleşince Sultan İbrahim, Kemankeş Kara Mustafa Paşa’yı 31 Ocak 1644 tarihinde sadrazamlıktan azletti ve idam edilmesini emretti. Paşa’nın idamı, iç ve dış meselelerin zorluğu, sonraki sadrazamların Padişah’ı rüşvet niteliğindeki hediyelere teşvik etmeleri gibi sebeplerden dolayı Sultan İbrahim, devlet işlerinden uzaklaşarak vaktinin büyük bir kısmını Harem-i Hümayun’da geçirmeye yöneldi.
Peki, Sultan İbrahim’i “deli” olarak anılmasına iten sebepler neydi?
Özellikle 1645 yılından itibaren Padişah’ın dirayeti giderek azaldığı, davranışlarının dengesizleştiği görülür. Bu durumunu gören başta sadrazam olmak üzere devlet yöneticileri ve harem halkı, kendi makam ve çıkarları uğruna Padişah’ın zaten kötü olan hâletiruhiyesini daha da kötüleştirdi.
Devlet adamları, Padişah’ın ilgisini çeken samur kürk ve amber tutkusunu kullanarak, pahalı hediyeler sunarak ve diğer devlet erkânını da bu maliyetli hediyeleri Padişah’a sunmaya teşvik ederek bu durumdan faydalandılar.
Sultan İbrahim hakkında özellikle 20. yüzyılın başlarında bazı tarihçiler tarafından ortaya atılan “deli” lakabı, daha sonra geniş bir kabul gördü.
Sayısı yüzleri bulan, kendi elinden çıkmış olan hatlarında, ruh hâlini samimi bir şekilde ifade eden ifadeleri bu durumun doğasını açıkça ortaya koyuyor. Sadrazama yazdığı bazı hatlarında, mizacının bozuk olduğunu, sancılar yüzünden sıkıntı çektiğini, iştahsız olduğunu ve yemek yiyemediğini, dizlerinde mecal kalmadığını, başına duman gibi bir nesnenin yerleştiğini, ciğerlerinin sıkıştığını, baygınlıklar geçirdiğini ve içinin daraldığını belirtiyor.
Uygulanan tedaviler arasında muskalar, okumalar gibi manevi ve ruhsal yöntemlerin yanı sıra macunlar, şerbetler, çeşitli ilaçlar ve kan aldırma gibi tıbbi çözümlere de başvuruluyordu. Tüm bu ruhsal zorluklara rağmen, Sultan İbrahim’in devlet işleriyle ilgilendiği, divan toplantılarını düzenli olarak dinlediği, sık sık sadrazamdan devlet ve halkın işleri hakkında bilgi aldığı, hatta kendisini dikkatle izlediği ve şu ifadelerle belirttiği anlaşılmaktadır:
“Birkaç gün umura müteallik cevap gelmezse eğlenmeziz… cüz’î ve küllî umuru bildirmeyince olmayasın, sonra sen bilirsin, aklım sendedir… Birkaç gün umura müteallik cevap gelmiyor, ayrık alıştık hizmete, ümmet-i Muhammed’in işini görmeye, bir gün telhis gelmezse ne aceb gelmiyor diye tefekkür ederim…”
Dönemin sadrazamı, lime lime doğrandığı bilinen Hezarpare Ahmed Paşa’nın, Padişah’ı daha da körükleyerek samur vergisi almaya kalkışması, gerilimi daha da tırmandırdı.
Girit Seferi’nden dönen Yeniçeri Ocağı kethüdası Kara Murat Ağa’dan samur ve amber vergisi istenince; “Ben Girit’ten geldim. İnce perdaht barut ile yağlı kurşundan gayri nesnem yoktur. Samur ve amberin adını biz ilden ışıtırız, görmemişsiz” diyerek vergi vermeyi reddedip sarayın emrine karşı durması, zaten isyan etmeye hazır olan halkın tüm kesimlerinde bir kıvılcım etkisi yarattı.
Fatih Camisi önünde toplanan ulema, Ahmet Paşa’nın idamını talep etmek için Şeyhülislam’ı davet ettiler. Azledilen Paşa’nın yerine Sofu Mehmet Paşa getirildi. Ahmet Paşa’nın idamını duyan Sultan, bunu kabul etmeyerek yeni sadrazamı da saraydan kovdurunca olanlar oldu.
Orta Camii’nde bir araya gelen isyancılar, bu sefer Padişahı tahttan indirip yerine Şehzade Mehmet’i tahta geçirmek için saraya yürümeye karar verdiler.
Uzun uğraşlar sonucunda IV. Mehmet’in tahta geçişiyle Sultan İbrahim’in azledilmesine karar verildi. 18 Ağustos 1648’de boğularak infaz edilen Sultan İbrahim, ardında birçok söylenti de bıraktı. Sultan İbrahim’in gerçekten deli olup olmadığıyla ilgili tahmin edersiniz ki pek çok iddia ortaya atıldı. Bu konuyla alakalı araştırmaları sonucunda, Sultan İbrahim’in, kişinin duygu ve düşünceleriyle yaşadığı çatışma sonucu ortaya çıkan psikonevroz hastalığına sahip olduğu düşünülüyor.
Neyin doğru neyin yanlış olduğuna elbette kesin bir hüküm getiremeyiz. Ancak çeşitli belgelere ve yapılan araştırmalara bakıldığında, Sultan İbrahim’in deli diye anılmasında geçmişte yaşadığı travmatik olaylar ve ölüm korkusunun büyük bir payı var. Sanılanın aksine devlet işlerini de olabildiğince yürütmeye gayret etmiş, sonunu getirecek olan samur ve amberden kendini ne yazık ki alıkoyamamıştır.